Şifalı Su
Bir varmış, bir yokmuş. Köylerin birinde Keloğlan ile yaşlı anası varmış. Çok da fakir yaşantıları ile, büyük sıkıntı içindeymişler ama, gönülleri tok olduğu için, huzurluymuşlar.
Aklı epey yavanmış Keloğlan’ın.
Bu yüzden, annesinin verdiği işleri doğru dürüst göremez, çoğunlukla unutur, dolayısı ile de çok ağır sözler işitirmiş annesinden.
Bir zaman gelmiş ki, artık evde yiyecek namına hiçbir şey kalmamış. Yaşlı kadın, bir çare, bir çare derken, tavuklardan birini oğluna sattırmaya karar vermiş. Zaten topu topu üç tavukları varmış.
Anası şöyle demiş:
- Aslan Keloğlanım, verdiğim her işi hemen unutan oğlanım, al şu tavuğu da, götür pazara satıver. Evde yiyecek hiçbir şeyimiz kalmadı. Yeteri kadar öteberi al da gel.
Tavuğu alan Keloğlan, şen şakrak bir yürüyüşle, gitmiş pazara.
Birisi, kendisi gibi tavuk satarmış. Birkaç tane de tavuğu varmış. Keloğlan’ın bir yere gitmesi gerekiyormuş. Tek tavuğunu, bu adama emanet etmiş:
- Tavukçu emmi, benim işim çıktı. Az sonra döneceğim. Sakın ben gelmeden satma.
- Tamam diye söylenmiş adam, yalnız, çok bekleme derim sana.
Aceleyle uzaklaşıp giden Keloğlan, işini hemen görmüş ve tekrar tavuklarının bulunduğu yere gelmiş. Fakat birden bire şaşırmış. Çünkü ne tavukçu, ne de tavuklardan hiçbir eser yokmuş.
Keloğlan, anasına ne cevap vereceğini düşünmeye başlamış. Neredeyse korkusundan eve gidemezmiş. Ama başka da yapacağı ne olsunmuş? Dönmüş evine eli bomboş olarak.
Tabii ne olmuş?
Anası, bir güzel dayak atmış,Kara günler sürüp gidermiş. Ama, safmış ya bizim Keloğlan, öyle dert edindiği yokmuş sefil sefil yaşantılarını.
Yine anasından gelmiş şöyle bir öneri:
- Keloğlan, sana iyi bir iş bulmamız gerekir. Bir komşumuzun tarlası çok fazla. Bir tanesini yancı olarak istesek, çalışır mısın?
- Hay hay anacığım, elimden geldiği kadar çalışırım.
Bunun üzerine tarla sahibi ile görüşmüş anası ve yancı olarak ekme iznini almış. Hemen oğluna vermiş azık torbasını, doğru tarlaya göndermiş.
Günlerce çalışmış Keloğlan ve tarlayı bir. baştan bir başa sürmüş, tarla sahibinin öküzleriyle. Buğdayı serpip üstünü topraklamış …
Gel zaman git zaman aylar dönmüş hasat zamanı gelmiş. Yine tek başına kalmış kocaman tarlada. Terlere boğula boğula ekini biçmiş bir yere yığmış.
Akşam olmuş, evine dönmüş Keloğlan:
- Ana demiş, görevimi yaptım. Ekinleri biçtim, bir kenara yığdım.
Sinirlenmiş anası:
- Ah oğlum, sen de hiç akıl yok mu?
Keloğlan “Olmaz mı ana, hem de çok…”
Anası, “Oğlum, nerede sende akıl, hiç ekin biçilir de gece yüzü tarlada bırakılır mı?
- Niye ana?
- Oğlum, saf oğlum, çalarlar çalarlar …
Keloğlan, kendi kel kafasına bir şaplak atmış:
- Eyvah, hiç aklıma gelmedi. Hemen gidip alıp geleyim.Türkçenin Tarihi, Orhun Abideleri, Anlatım Bozuklukları, Cümlenin Öğeleri, Yazım ve Noktalama, Türkoloji Makaleleri, Edebiyat Nedir?, Alfabelerimiz, Atasözleri, Bulmacalar, Edebi Sanatlar, Sınav Soruları, Kpss, Oks, Öss, Bunları Biliyor musunuz?, Özlü Sözler, Güzel Sözler, Türkçe, Edebiyat, Masallar, Destanlar, Astroloji, Roman Özetleri
- Hey Allah’ım. Oğlum, gece şimdi, gece. Ekin getirilmez bu karanlıkta, yarın sabah gün doğmadan gidersin.”
Sabah olur olmaz, daha gün doğmadan buğday tarlasına giden Keloğlan, gördüğü durum karşısında çok üzülmüş. Çünkü, ekinler olduğu gibi götürülmüş. Neşesi kaçmış, türkü bile söylemekten vazgeçmiş… Köyün içine girmiş, herkesin kapı önlerini tek tek bakıp kontrol etmiş.
Birkaç kadın, Keloğlan’ın ne aradığını sormuşlar o da “ekinlerimi tarladan çalmışlar, ben de bakıyorum” diye konuşmuş.
Kadınlardan biri, “Sen ne abuk sabuk bir oğlansın, utanmıyor musun bizi hırsızlıkla suçlamaya” diye bağırmış..
Keloğlan, “Hem suçlu, hem güçlüsünüz. Ekinimi çalanları biliyorsanız, söyleyin. Bilmiyorsanız susun bari” diye çıkışmış.
Bunun üzerine, kadınlar ellerine geçirdikleri sopalarla Keloğlan’a başlamışlar dayak atmaya. Keline keline vurmuşlar Keloğlan’ın. Sonra da öldü diye bırakmışlar. Bir zaman sonra, kendine gelen Keloğlan, üstünü başını silke silke hem yürümüş, hem ağlamış. En çok da anasından korkarmış.
Bir ihtiyar çıkmış karşısına. Bembeyaz sakalları varmış. Bir süre merhametli bakışlarla Keloğlan’ı süzmüş, sonra şöyle söylemiş:
- A benim toy çocuğum, nedir derdin? Yara bere olmuş her tarafın. Anlatıver hele güzel oğlan…
Zaten, içini dökmek isteyen Keloğlan, bu fırsatı değerlendirmiş:
- Halim çok kötü Nur Dede, annem beni bekler evde, hiçbir şey kalmadı elde. Şansım iyi gitmiyor. Pazara, tavuk götürüyorum çalıyorlar, ekin biçiyorum aşırıyorlar, şaşırdım kaldım.
Nur yüzlü ihtiyar, şöyle konuşmuş, “Bundan sonra şunu yapacaksın toy oğlan. İki tavuğunuzdan beyaz başlı olana ayda bir kere ‘Beyaz başlı tavuk, altın yumurtla artık’ de. Yalnız, bu sırrı kimseye söyleme, bir de anan bilsin.”
Teşekkür etmiş ve evine gitmiş Keloğlan.
Anasını daha kim durdurur, kim sakinleştirebilir? Küplere binen kadın, “Vah benim aptal oğlum vah… Sen hiç akıllanmayacak mısın “ demiş.
Eline geçirdiği bir odunla Keloğlan’ı kovalamaya başlamış, Keloğlan kaçmış, anası kovalamış, evin etrafını tamamen dönmüşler. Çok yorulmuş anası ve soluksuz düşmüş evin kapısına.
Keloğlan, bir yandan da şöyle konuşurmuş, “Vurup durma bana ana, yakında altın vereceğim sana, şimdi inanmayacaksın belki de, lakin göreceksin gelecek ay geldiğinde”…
Bu sözler kadını hiç tatmin etmemiş: “Hadi oradan, beni bir de kandırmaya utanmıyor musun?”
Keloğlan, ne dediyse de inandıramamış. Nur yüzlü ihtiyarla olan konuşmasını da anlatmış ama, anası, “Bu bir masal”, demiş. Neyse ağzım burnum derken, gelecek ay olmuş.
Keloğlan’ın neşesi yerine gelmiş. Kümesin önüne varmış, beyaz başı, tavuğu yakalamış. “Beyaz başlı tavuk, altın yumurtla artık”, demiş. Beyaz başlı tavuk, birkaç kere gıdaklamış ve on altın yumurtlamış. Anasının gözleri fal taşı gibi açılmış, rüyalarda gezindiğini sanmış. Hep saflığından dolayı, işleri iyi göremeyen Keloğlan’ı alıp kollarının arasına, öpüp sevmiş, sonra da şöyle demiş:
“Oy anasının akıllı oğlancığı, öpsün seni anacığın. Artık fakirlik bitti. Yalnız bunu kimseye söyleme, boş boğazlık etme”.
Sonra pazara koşmuş Keloğlan, istediği kadar yiyecek alıp dönmüş köyüne. Bir sonraki ay gelmiş. Beyaz başlı tavuk yine on altın yumurtlamış. Böyle birkaç sene bolluk içinde yaşamışlar. Köyde İskender adında bir adam varmış. Çekemezin, hasedin tekiymiş. Her nasılsa beyaz başlı tavuğun ayda bir kere altın yumurtladığını öğrenmiş.
Birçok yöntem denemiş, utanmamış, sıkıImamış, tavuğu aşırmak için çok uğraşmış, Fakat becerememiş. Ya tavuk gıdaklamış, ya kocakarı birdenbire evin önüne çıkmış veya Keloğlanla karşılaşmış… Olmamış işte. Düşünmüş taşınmış, Keloğlan’ı kandırmaya karar vermiş. Günlerce Keloğlan’ı takip etmiş, en uygun yerde yakalamış:
“Keloğlan, sana bir şey söylemek istiyorum”, demiş.
“Allah Allah, demiş Keloğlan, senin benimle ne işin ola ki İskender Emmi hayrola”…
“Bir tavuğa ihtiyacım var”, diye belirtmiş isteğini. Keloğlan’ın çok tuhafına gitmiş, gülmüş de. “Memlekette tavuk mu kalmadı emmi, var git işine hele”, diyerek bir de çıkışmış adama Keloğlan. Hemen ne cevap vereceğini düşünmüş İskender. Bulmuş da:
- Beyaz başlı tavuklara bayılırım. O da sadece sende var.
“Yani benim beyaz başlı tavuğumu mu istiyorsun?”
İskender, “Bedava istemiyorum, alacaksın paranı, vereceksin beyaz başlı tavuğumu” demiş.
“Bende satılık tavuk yok”, diye direnmiş Keloğlan. “Çok büyük para vereceğim Keloğlan. Ananla yıllarca bolluk içinde yaşayacağınız kadar büyük para. Hadi, yeter artık, daha da naz etme, kelini öpeyim, gözünü seveyim, beyaz başlı tavuğu göreyim” diye diretmiş İskender.
Fakat, Keloğlan’ın hoşuna gitmiş, çok para lafı. Bayağı meraklanmış, hem de sormuş, “Para, çok para dediğin ne kadar İskender Emmi? Uzatmayalım, pazarlık yapmışlar, bir tavuk fiyatının 400 katı para karşılığı, Keloğlan, beyaz başlı tavuğu anasından gizli olarak adama vermiş. Birkaç gündür beyaz başlı tavuğu göremeyen Keloğlan’ın anası, feryadı basmış. Oraya bakmış bulamamış, buraya bakmış görememiş, siniri tepesine çıkmış.
“Ah Keloğlan, vah Keloğlan, kara günler kapıda oğlan, beyaz başlı tavuk nerede? Acaba tilki mi kapıp götürdü? Keloğlan gerçeği söylemiş. “Oldu bir kere ana”, demiş. Sattım bir kere. Hem de 400 tavuk parası aldım. Belini tuta tuta bir sopa kapmış yaşlı kadın, Keloğlan’ın peşine düşmüş. Ahıra girmiş Keloğlan, ardından anası. Dört dönmüşler. Kadının feri kesilmiş, sopayı bırakmış. Olduğu yere devrilmiş. Keloğlan, anasına çok acımış, İskender Emmisine gıcık kapmış, o hırsla evden kaçmış, gide gide köy dışına çıkmış. içli içli ağlamış… Derken, Nur Dede, karşısına çıkmış.
“Ah toy evladım, ne var yine? Nedendir böyle içli içli dertlenişin? Dök derdini bana, bir çözüm bulayım sana”.
Dökmüş içini Nur Dede’ye, “Şansım bir türlü yüzüme gülmüyor Nur Dede. Anam ağlıyor evde, bakamaz oldum yüzüne. Kendime değil, yaşlı anama acıyorum, yaptım bir kere hata, binip gideceğim buralardan yağız bir ata”. Çok acımış Keloğlan’a Nur Dede. “Anan için bir yol daha göstereceğim sana. Sizin evin aşağısında, bir su gözesi var. Çok şifaIı bir sudur, haberin ola. İnce (verem) ve taun (veba) hastalığına çok iyi gelir. Su satarak anana bakarsın. Yalnız, bu kere akıllı ol, kimseye bahsetme.”
Böyle demiş adam ve bir anda kaybolmuş. Keloğlan, koşa koşa eve gelmiş. “Ana, kurban ana, bir müjdem var sana. Oralı olmamış anası.
“Yine canımı sıkma be Keloğlan. Senin müjdenden ne olur? Bu saflık sende olduktan sonra, ne desen boş …
Keloğlan, “Öyle deme ana, bu sefer kimseye söylemeyeceğim” demiş. Anası, “Neymiş? Hadi gevezelik etme de söyle şu müjde dediğin şeyi”.
Başlamış anlatmaya oğlu. “Bizim şu aşağıda bir su gözesi var ya ana, işte o su çok şifalıymış, ince hastalık ve tauna iyi gelirmiş. Kova kova satacağım, evimizi istediğin yiyeceklerle do/duracağım.
Kadının hoşuna gitmiş:
“Bu kere olsun ağzını sıkı tut. Hadi bekleme, ilk siftahını bu gün yap. eşeği ahırdan çıkar, güğümleri doldur kovalarla pazarda sat.
Keloğlan, eşeğinin yuları elinde, inmiş suyun gözüne. Kapları doldurmuş, yürümüş gitmiş pazara. Herkes kendisine gülermiş. “Bu aptal çocuğun yapmadığı iş bir bu kaldıydı”, demişler. Keloğlan, tellal gibi başlamış bağırmaya: “Duyduk duymadık demeyin, Keloğlan suyunu deneyin, toundan, inceden kurtulun!”
Halk bir anda başına toplanmış. Biri sataşmış, “Kimi kandırıyorsun sen? Hiç su satılır mı? Nerede görülmüş bu?”
Keloğlan, adamı duymamış bile, ilan etmeye devam etmiş. Kasaba’nın Kadısı oradan geçermiş, Keloğlan’ın nidasını duyunca, yanına yaklaşıp demiş ki, “Halkı kandırmaktan dolayı, seni cezalandırırım Keloğlan. Hadi, pılını pırtını topla ve köyüne dön. Keloğlan, “Denemesi bedava Kadı Efendi”, demiş. “İstersen, bir tas iç”.
Ahalinin gözleri, ikisinin de üzerindeymiş. Bakalım bu işin sonu nereye varacakmış?
Kadı: “Yok yahu” demiş, “önce sen iç bakalım, hem ben göreyim, hem de ahali. Ne bilelim, belki zehirli su satacaksın. Hadi dikle tası kafana”.
Kadı madı dinlememiş Keloğlan, patavatsızca karşılık vermiş. “Oldu mu Kadı Efendi. Biz, insanları kandıracak kadar kötü müyüz? Hem ben, ne inceden, ne de taundan şikayetçiyim. Ne diye içeyim ki?”.
Herkes kıkır kıkır gülerken, Kadının tepesi atmış, “Böyle ağzına geldiği gibi konuşma Keloğlan. Bana edebinle konuş. Kim söyledi sana bu suyun şifalı olduğunu? Kendin hekim misin? Aklın bu işlere ermez senin. Bu insanların sağlığı da benden sorulur”.
Sonra seni hapse atarım bak.
Saf oğlanın saflığı gitmiş, aksiliği gelmiş üstüne. “Peki sen doktor musun Kadı Efendi” diye söylenmeye devam etmiş. “Nereden biliyorsun bu suyun hastalıklara iyi gelmediğini. iftira atma bana, beddua ederim sana”.
Kadı, kadılığını gösterip demiş ki, “Bu dediğin doğrudur. Öyle ya, ben hekim değilim. En iyisi ince veya taundan mustarip birini bulup ona içirelim suyu.”
Olacak ya, hemen bir ince (verem) hastası öne çıkmış. “Verin bana bir tas su” demiş. “Verin de içeyim”.
Ölmüş koyun kurttan korkar mı? Ahali, daha bir merak girdabına girmiş. Hasta olan bir kadınmış. Bir de yalvarmış. Keloğlan, bir tas suyu içirmiş kadına. Bir dikleyişte suyu içmiş. Birdenbire öyle bir iştaha gelmiş ki, hemen bir şeyler yemek istemiş. Bu nedenle, şöyle konuşmuş: “Bana somun somun ekmek getirin. Karnım aç, çok aç. Hepsini yiyeceğim, hepsini”.
Biri koşmuş fırına bir çuval dolusu somun ekmek alıp hemen dönmüş, hasta kadın, bir anda dört somunu yemiş. Bir tas su daha içmiş, dört somun daha indirmiş midesine.
Bir anda, kadının yüzü canlanmış, sanki veremden eser kalmamış. Herkes, Keloğlan’a hayran hayran bakarmış. Şöyle şeyler konuşurlarmış:
“Ummadığın taş, baş yarar. Keloğlanı gördünüz mü? Meğer, ne marifetleri varmış. Yaşlı bir kadının kel kafalı oğlu deyip gülerdik, ama meğer neymiş be”.
Ahali, şimdi Kadı’nın ne diyeceğini merak edermiş. Gayet memnun ve rahat bir sesle: “Seni hepimiz adına kutluyoruz Keloğlan” demiş Kadı. “Büyük bir hizmet yapacaksın artık. Bütün memleketlerde nam yapacaksın. Hem bütün bunlardan başka, büyük sevap alacaksın. Bütün ahali senden su alabilir. Hadi kolay gelsin” demiş ve gitmiş.
Suyun tamamını satan Keloğlan, eşeğini yiyeceklerle yüklemiş dönmüş köyüne. Yolda pek neşeli olduğunu gören köylüler, takılmışlar. “Hayrola Keloğlan. Suyu ne yaptın? Keloğlan, “Döktüm”, demiş, “kızdım döktüm”.
Fakat eşeğin sırtında bir sürü yiyecek olduğu için, birisi ciddi ciddi öğrenmek istemiş, gerçeği ve sormuş: “Bizimle kafa bulma Keloğlan, peki bunca yiyeceği neyle aldın?”
“Şimdi ben ne söylesem, bana inanmayacaksınız. Ne diye konuşayım?”
“Yahu, ağzın mı eskir, söylesen” demiş bir başkası. “Gidin pazara, görürsünüz satmış mıyım, satmamış mıyım suyu” dedikten sonra, türkü çağıra çağıra devam etmiş yoluna.
Annesi, suyu satıp bir eşek yükü yiyecekle gelen oğlunu görünce, mutluluk gözyaşları dökmüş. Düş gördüğünü sanmış. Oğluna sarılıp öpüp koklamış. Dualar etmiş. Günlerden beri ocakta yemek pişmezmiş. Bu yüzden pek kederliymiş kadıncağız. Hemen, hasta haline bile aldırmadan yemek pişirmiş. Böyle bir zamanlar geçmiş aradan. Kıskanç ve ahlaksız adam İskender, bu kez şifalı suya dikmiş gözünü. Keloğlan’ı yalnız bir yerde durdurup, “Suyu bana satar mısın” diye sormuş. Fakat, bu sefer, anasının da Nur Dede’nin de sözlerini unutmamış Keloğlan. içten pazarlıklı olarak şöyle cevap vermiş: “Bu kereki pazarlığımız kolay olmayacak, ama anlaşabilirsek, suyu satmayı düşünebilirim”.
Keyifli bir kahkaha patlatmış İskender. İnanamamış duyduklarına. Şöyle demiş: “Hey be Keloğlan, aslansın sen, dünyalarda bir tanesin. Borcumu söyle, anlaşmayı yapalım”.
Keloğlan, ciddi ciddi demiş ki, “iki deve yükü altın getir, suyu gözesiyle, kaynağıyla birlikte al”.
İskender şok olmuş, sanki gözleri donmuş. Ağzını burnunu eğip bükmüş: “Bana bak”, diye bağırmış Keloğlan’a. “O kadar altını, ben değil padişahlar bile zor bulur.”
“Sen bilirsin öyleyse İskender Emmi. Madem paran yok, öyleyse tabanları yağla da çek git” diye, sanki dalgasını geçmiş Keloğlan.
Sinirinden deliye dönen İskender: “Ben sana gösteririm”, deyip uzaklaşmış. Aynını anlatmış anasına Keloğlan. Yaşlı kadın İskender’i çok iyi tanırmış. Bundan sonra, su gözesini her akşam beklemesini tembihlemiş, oğluna.
O günden sonra, Keloğlan, her gece suyun gözesini beklemeye başlamış. İlk zamanlar, kimseler gelip gitmemiş. Ama bir akşam, İskender, usul usul suyun gözesine doğru yaklaşırken Keloğlan, dikkatle kendisine bakarmış. Hemen tanımış tabii Keloğlan bu kıskanç adamı. Şimdilik dokunmamayı yeğlemiş. Belki bir iki kez gelir, su alıp gider ve bir daha da gelmek istemez diye düşünmüş.
Hakikaten, İskender, yanında getirdiği su kaplarını doldurmuş, bir tas su içmiş ve geldiği gibi sessizce dönüp gitmiş …
Anası ikide bir herhangi bir durum, bir tehlike olup olmadığını sorunca, “Ben varken evvel Allah, kimse yanaşamaz, şifalı suya ana” der, kahramanlık edalarına bürünürmüş ama, artık, bundan sonra böyle demesi pek mümkün olmamış.
Çünkü, İskender bir hainlik daha yapmış. Rengi öteki normal sulara benzemediği için şifalı sudan doldurduğu kapların içine, bayıltan otunun tohumundan atmış.
Köyün kapılarını tek tek dolaşarak, suyun çok kötü olduğunu, içildiğinde bayılttığını ve bir hafta boyunca tesirinin geçmediğini söylemiş. Bir de yanında taşıdığı o şifalı suyu göstererek, “İşte insanlara şifalı diye sattığı suyun aslı. Varsa cesareti olan buyursun içsin”, diyerek, ne kadar doğru söylediğini güya ortaya koymuş.
Kim cesaret edebilir ki, böyle bayıltıcı bir tesiri olduğu söylenen suyu içmeye? Hileci İskender bir taktik daha bulmuş. Hemen bir köpek bulup getirmiş. Suyu içen köpek, saniyesinde bayılıp devrilmiş. Bunu gören köylüler, insanlara büyük bir iyilik yapmış olmak için, çıkmışlar civar mahalle ve köylere, tek tek uyarmışlar insanları. “Keloğlan’ın sattığı suyu sakın içmeyin. Yoksa, bayılırsınız. Bir hafta kendinize gelemezsiniz, belki de ölürsünüz. Aman ha, dostlar, köylüler, aman”.
Oldukça kurnaz olan İskender, bununla da kalmamış, gitmiş, şifalı sudan epey almış ve halka şunu ilan etmiş: “Ey ahali! Duyduk duymadık demeyin, İskender suyu için. Şifayı görün”.
Halk, yine şüphe içindeymiş.
Bunu gören İskender şişine şişine, kendisinden gayet emin bir vaziyette bir kova suyu o kocaman midesine akıtmış.
Tabii, halk, daha durur mu? Kovalarla, kazanlarla su almışlar İskender’den. Bizim saf Keloğlan ise, kalakalmış orta yerde. Kimseye laf anlatamamış.
Anası: “Bundan sonra, daha dikkatli ol oğlum, nasıl oluyor da sen bu adamı göremiyorsun, aklım almıyor. Ah, gençliğim olaydı da, o İskender denen kurnaz tilkiyi tepeleyeydim” diyerek, üzüntüsünü belirtmiş.
Olaya çok sinirlenen Keloğlan, bu adama hak ettiği dersi vermenin zamanı geldiğine inanmış ve bir yol yöntem aramış.
Hırsından deliye dönmüş.
Nihayet, kurnazca bir plan gelmiş aklına ve hemen uygulamış. Başka bir yerden aldığı birkaç kova suyun içine zehir koyan Keloğlan, şifalı, suyun yanına koymuş kovaları. Şifalı suyun ağzını da kocaman bir taşla örtmüş ve yakınlarda bir yere gizlenmiş.
Az sonra, İskender gelmiş. Birden şaşırmış, üzülüp de kahrolmuş. Zaten çok susamışmış. Hemen kovalardan birini ağzına diklemiş. içmiş epey. Ama, bir şeyler olmuş ve yere yıkılmış. Bir daha da kalkamamış.
Keloğlan, adamın ölüp ölmediğini adamakıllı anlamak için gelmiş başucuna, bakmış ki, ölüp gitmiş. “Oooh, demiş, hak ettiğin cezayı buldun “.
Keyifli keyifli evine dönmüş. Anası sormuş: “Niye hemen geldin Keloğlan?”
“İşini bitirdim ana” diye konuşmuş Keloğlan.
“Kimin işini Keloğlan, sen nelerden söz ediyorsun?”
“O alçak adam kendi tuzağına kendi düştü, zehirli sudan içti ana”.
“Hemen saklan oğlum”, demiş anası, “seni gelip bulurlar sonra”.
Keloğlan: “Kim bilecek ana” demiş, “boş ver sen, nasıl olsa benim suyumun zehirli olduğunu söylemiyor muydu? Kör mü gözü, içmeseymiş der insanlar …
Neyse…
Kara haber, yerde durmazmış.
İskender’in, Keloğlan Suyu içerek zehirlenip öldüğü haberi, bütün civar köylerde ve kasabada duyulmuş. Bütün halk şaşırmış, “ucuz kurtulduk” diye söylenmiş herkes. Bu olay, Kadı’ya kadar ulaşmış. Zaten, bir sürü şikayet gelmiş. Hemen tutup sorgusuz sualsiz hapse atmış Keloğlan’ı.
Dünyadaki tek varlığı Keloğlan’ının hapse atılmasından sonra, hayli üzülen yaşlı kadın, işin peşini bırakmamış. Öyle etmiş, böyle yapmış, çıkmış Kadı’nın huzuruna. Ama büyük bir azar işitmiş Kadı’dan:
“Hem suçlu, hem güçlü pozu yapma be kadın bana. Senin oğlun katil katil. İdamı gerekir ama, yaşı kurtarmıyor. Hadi çekil git, mahkemeyi de boşu boşuna işgal etme”.
Kadın, oturmuş olduğu yere, başlamış hüngür hüngür ağlamaya.
Kadı, başına bir iş olmaktan korkmuş:
“Söyle, diye bağırmış, söyle be ihtiyar kadın, ne söyleyeceksen”.
Haklı olduğundan adı kadar emin bulunan kadıncağız, şunları söylemiş: “Suçsuz benim oğlum, karıncayı bile öldüremez o. Çıkart ne olur Kadı Efendi oğlumu hapisten, yoksa atarım kendimi şu merdivenden …
Öfkesi katlanmış Kadı’nın:” Be hey kadın! Suçu sabittir Keloğlanın. Cezası hapistir zehirli su satanın. Var git işine”.
Kadın, kararlı kararlı söylenmiş: “İsterseniz suyu kontrol ettirin Kadı Efendi. Ben ve oğlum, her gün o sudan içtik, niye zehirlenmedik. Yalan mı söylüyorum sana? Hadi, artık acı bana, yol ver, çıksın Keloğlan’a”.
Kadı, kadının bu sözlerinden sonra biraz düşünmüş:
“Akla uygundur bu dediğin ihtiyar kadın. Suyu kontrol ettireceğim. Eğer zehirli çıkarsa, oğlunu idam ettireceğim gibi, seni de zindanlarda çürüteceğim, haberin olsun”.
Yaşlı kadın: “Boynum kıldan incedir Kadı Efendi” diye konuşmuş.
Kadı, hemen bir su uzmanı bulmuş, suyu yerinde kontrol ettirmiş.
Uzman: “Kadı Efendi, demiş, su gayet sağlıklı ve hem de şifalıdır. Kim söylemişse yalan söylemiştir, raporu budur”.
Kadı, daha fazla ve daha derin bir araştırma yapmadan Keloğlan’ı hapse attığı için çok üzülmüş. Bir emirle, Keloğlan’ı hapisten salıvermiş. Bir de tellal çıkartıp bağırttırmış: “Ey ahali, duyduk duymadık demeyin, Keloğlan, hapisten çıkarılmıştır. Suyunun sağlıklı. ve dahi şifalı olduğu anlaşılmıştır. Veremliler, vebalılar, koşun, Keloğlan’ın şifalı suyunu bulun!”
Bu haber üzerine çok mutlu olan anası, sevinç gözyaşları dökmüş. Allah’a, bu beladan kurtardığı için şükürler etmiş.
O günden sonra Keloğlan’ın müşterisi o kadar çoğalmış ki, paraları ne yapacaklarını şaşırmış.
Artık, parası olmayanlara bedava su dağıtmaya başlamış. Böylece, hak yerini bulmuş. Keloğlan ile anası, çok mutlu olmuş ve bolluk bir hayat sürmüş.
Darısı mı? isteyenlerin başına.
(En Güzel Keloğlan Masalları, Emel İpek, Papatya Yayınları)