Kategoriler

Çocuk Kitapları Özetleri

Çocuk Şiirleri - İbrahim Alaaddin Gövsa

Şair, yazar. Yüksek öğrenimini Hukuk Mektebi’nde tamamladı (1910). Jean Jaques Rousseau
Enstitüsü’nde pedagoji ve psikoloji öğrenimi yaptı. Yurda döndüğünde çeşitli devlet memurluklarında
bulundu. 1927’de Sivas, 1939’da İstanbul milletvekili seçildi.

İlk şiirleri Servet-i Fünun ve Hıyaban’da yayınlandı. Servet-i Fünun topluluğundan sonra Milli Edebiyat akımına katıldı. Heceyle yazdığı şiirleri Yeni mecmua, demet dergilerinde yayınlandı. Ayrıca çeşitli gazetelerde fıkra yazarlığı yaptı, gülmece öyküsü, monografi, ansiklopedi ve sözlük yazımıyla uğraştı.

Başlıca yapıtları: Çocuk Şiirleri (1911), Çanakkale İzleri (1926), Şen Yazılar (1926, gülmece
öyküleri), Sözoyunları (düzyazılar, 1942), Resimli Yeni Lügat ve Ansiklopedi (1947).

Vatan Yahut Silistre - Namık KEMAL

Namık Kemal, 21 ARALIK 1840’ta Tekirdağ’da doğdu. Müneccimbaşı Mustafa Asım ile Fatma Zehra Hanım’ın oğludur. Sekiz yaşındayken annesinin ölümü üzerine dedesi Abdüllatif Paşa’nın yanına alındı. Bir yıl İstanbul’da Beyazıt ve Valide rüştiyelerinde okudu (1849). Rumeli ve Anadolu’nun çeşitli merkezlerinde görevler alan dedesiyle birlikte dolaşır. Kars’ta bulundukları yıllar (1851-1854) müderris ve şair Seyyit Mehmet Hamit Efendi tarafından yetiştirildi. Bir yıl sonra İstanbul’a döndü. Burada Arapça ve Farsça öğrenimi gördü. Bir süre sonra kaymakamlık görevi verilen dedesiyle birlikte Sofya’ya gitti (15 Mayıs 1855). Sofya’da geçirdiği iki yıl Namık Kemal’e yeni öğrenim olanakları kazandırmış, Fransızca’ya ve ilk şiir denemelerine bu şehirde başlamıştır. 1857’de İstanbul’a gelen Namık Kemal bir süre sonra Tercüme Odası’na girdi ve hem edebiyat, hem düşün adamı kişiliğinin oluşması yolunda kendisine çok şey kazandıran bir ortam içinde yetişme olanakları buldu, Fransızcasını ilerletti.

Öte yandan dönemin düşün ve sanat adamlarının toplantılarına katılmaya başlamış, aralarında Leskofça’lı Galip, Hersekli Arif Hikmet, Şeyh Osman Şems gibi ünlü şairlerinde bulunduğu Encümen-i Şûra çevresindeki kişilerle tanışmıştı. Şinasi ile yakınlık kurması ona 1862’den itibaren Tasvir-i Efkâr’da yazma olanağı sağladı. Adı dönemin reformcu olarak bilinen aydınları arasında duyulmaya başladı.

“Yeni Osmanlılar” adlı gizli örgütün İstanbul’daki ilk toplantısına katıldığı zaman (Haziran 1865) Namık Kemal 25 yaşında bir gençti. Tasfir-i Efkar ve Ali Suavi’nin çıkardığı Muhbir (1866) gazetelerinde, “Yeni Osmanlılar Cemiyeti”nin gizli toplantılarında alınan kararlar doğrultusunda yapılan yayın, özellikle Ali Suavi’nin “Millet Meclisi Usulü”nden söz açan yazısı Bab-I Ali’yi baskıya yöneltti. Çok geçmeden gazete kapatıldı. Namık Kemal Erzurum vali muavinliğine atanarak İstanbul’dan uzaklaştırıldı. Bu evrede Padişah Abdülaziz’e karşı olanlardan Mısırlı Hidiv ailesinden Prens Mustafa Fazıl Paşa, Namık Kemal ve Ziya Paşayı Paris’e çağırdı. Bu çağrı üzerine Namık Kemal ve Ziya Paşa Paris’e kaçtılar (17 Mayıs 1867). Bir süre sonra orada toplanan dokuz ihtilalci, Paşanın başkanlığında “Yeni Osmanlılar Cemiyeti”nin ilk yönetim kurulunu meydana getirdiler.
Paris’te uzun süre sürekli olarak Muhbir (31 Ağustos) gazetesine yazıyor, bir yandan da felsefe, edebiyat, hukuk, toplum bilim alanlarında kendisini eğitmeye, dönemin bilim adamlarıyla tanışarak onlardan yararlanmaya çalışıyordu. Bir süre sonra Ali Suavi ile görüş ayrılığına düşünce Ziya Paşa ile birlikte Londra’ya geçen Namık Kemal, orada çıkardıkları Hürriyet gazetesinde (29 Haziran 1868) yazmaya başladı. Bu gazetedeki yazıları 64.sayıya kadar sürdü.

Namık Kemal’in İstanbul’a döndükten sonra uzun süre Sadrazam Ali Paşanın ölümüne kadar (7 Eylül 1871) sustuğu söylenebilir. Sadrazamın ölümünden sonra, önce birkaç arkadaşıyla birlikte “İstikbal” adlı bir gazete çıkarmak istediyse de hükümet izin vermeyince “Hadika” gazetesinde ve Teodar Kasap’ın yayımladığı Türkçe ilk güldürü dergisi olarak bilinen Diyojen’de yazmaya başladı. Bu derginin de kapatılması üzerine arkadaşlarıyla Aleksan Sarrafyan adlı Ermeni’nin sahibi olduğu “İbret” gazetesini kiraladılar. Ne var ki, 13 Haziran 1872’de başlayan bu yayın, 9 Temmuz 1872 günü hükümetçe yasaklandı. Namık Kemal de Gelibolu mutasarrıflığına atanarak İstanbul’dan uzaklaştırıldı. Kısa süre sonra görevinden azledilerek dönüşü serbest bırakıldı (25 Aralık 1872). Bu tarihten sonra bazı yazılarından seçmeleri “Evrak-ı Perişan” adlı kitapta toplayıp yayınlama isteğine ise izin verilmedi.

V.Murat’ın tahta getirlemesinden hemen sonra çıkarılan af sonucu öteki sürgünlerle birlikte İstanbul’a dönen (7 Haziran 1876) Namık Kemal’e Şura-yı Devlette ve Kanun-i Esasiyi hazırlayacak kurulda görev verilde.

Bu arada V.Murat’ın sinir hastalığı artmış, Mithat Paşa ve arkadaşları Şehzade II.Abdülhamit’i (Meşrutiyetin ilanına engel olmayacağı üzerine söz alarak) tahta çıkardılar (31 Ağustos 1876). Çok geçmeden, II.Abdülhamit Mebuslar Meclisi açıldığı gün Sadrazam Mithat Paşa ile Devlet Şurası üyesi Namık Kemal’i tutuklamaktan çekinmedi. Namık Kemal maaşı ödenmek koşuluyla Midilli adasına sürgün edildi (1877). İki yıl sonra (Avrupa’ya kaçması ihtimali göz önünde tutularak) bâlâ rütbesiyle mutasarrıflık verildi.

Beş yıl süren (1879-1884) Midilli’deki yaşamında Namık Kemal’in kendisini tamamen Osmanlı Tarihi’ni yazmaya verdiği söylenebilir. Ama ne var ki, beş yıllık emeğine konan yasak onu çok sarstı. Ölümünden az önce Midilli’den Rodos’a (1884), oradan da Sakız’a (1888) atanmıştı. Manevi güçsüzlüğü arttıkça, yakalandığı zatürreye karşı koyma gücünü bulamadı. Kısa süren hastalık sonucu öldü. Ölümden sonra naşı Bolayır’a Tevfik Fikret’in çizdiği mezara taşındı.DÜNYA GÖRÜŞÜ :
Daha Avrupa’ya kaçmadan önce Tasvir-i Efkar gazetesinin yönetiminden tek başına sorumlu olmak Namık Kemal’i çeşitli toplumsal sorunlara eğilmek zorunda bırakmıştı. İlk bilgilenme evresinin bu çok sınırlı olanakları içinde gittiği Fransa’da felsede, edebiyat, toplum bilim, hukuk ve ekonomi öğrenmeye çalıştı. Emil Acollas’ın derslerinde Thomas Hobbes (1566-1674), John Lock (1634-1704), Jean – Jack Rousseau (1712 – 78) gibi 1789 Fransız Devrimi’nin kuramcıları sayılan düşün adamlarının öğretilerini izledi. Aydınlanma felsefesinin ilkelerini tanıma olanağı buldu. Fransa’ya gittiği zaman XIX.yy.ikinci yarısına damgasını basan bu olayları kimi yazılarında ancak güncel yorumlarla değerlendirebilen Namık Kemal’in sosyalist düşünce adamlarının öğretilerinden yoksun bulunduğunu söyleyebiliriz.

Rousseau’nun “Doğal Haklar” ve “Toplumsal Sözleşme” haklarına ilişkin düşüncelerini “şeriat” ilkeleriyle uzlaştırmaya çalışmış, Hürriyet gazetesinde yayımladığı makalelerinde özgürlük, eşitlik, bireyin hakları ve görevleri, devletin egemenlik hakkı, meşrutiyet gibi sorunlara değinmiştir. Dine dayalı meşrutiyet yönetimi istediklerini belirten Namık Kemal, Osmanlı devleti’nin dayandığı dinsel ilkeler ve kurumlar bozulacak olursa devletin varlığının tehlikeye düşeceğini ifade ederek yakın arkadaşı Kânipaşazade Sezai Bey’in Paris’te yayımladığı kitabı, (Hukuk-u Umumiye) yasaların kökenini laik ve toplumsal esaslara bağladığı gerekçesiyle eleştirir. Geleneksel kurumlara güvence vermeye çalıştıktan sonra meclislerin, kuruluşların işleyişleri, yetki ve sorumlulukları üzerinde durur.

Özellikle batı uygarlığının gösterdiği gelişmelerin altını çizerek, bilimsel kurumların uygulama alanına girmesinden sonraki ilerlemeleri anlatmaktadır. Fabrika, şirket ve Müslüman Bankası gibi kuruluşların olmadığından yakınmaktadır. Namık Kemal’in değişik evrelerde, “ıslahatçılıktan devrimciliğe kadar” uzanan çizgilerde değişik kimlikler gösterdiğidir.
Prof.Niyazi Berkes onun bu evrelerini saptarken Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin çalışmalarından umudu keserek İstanbul’a döndüğü zaman şu amaçlara bağlandığını anlatır.

1. Avrupa’da gördüklerini anlatmak
2. Ülkesinde ilerlemeye engel gördüğü noktaları saptamak
3. İlerleme hedeflerini göstermek
4. Bunun için nelerin düzeltilmesi gerektiğini ve reformun hangi araçlarla yapılacağını araştırmak.
Düzenin siyasal ve ekonomik planda eleştirisi… Burjuvalaşma sürecinin ilk aşamalarında, özgürlük şairinin, yeni sınıfın ideologlarından biri olarak düşün tarihimize katkısı böyle özetlenebilir.

SANATÇI KİŞİLİĞİ :

A. Şiirleri : Namık Kemal şiire “nazire” (benzek) lerle başlamıştır. İlk etkisinde kaldığı şair Leskofçalı Galip’tir. Çoğu şiirinde çağdaşı şairlerden esinlenerek yazılmış izlenimi veren dizeler bolca vardı. Encümen-i Şuara’nın toplantılarına katıldığı dönemin ürünleri olan bu şiirleri kişiliğini arama çabaları içinde durmadan yazan genç bir şairin ilk denemelerine sayanlar çokluktadır. Namık Kemal’in şiirlerinde özellikle vatan, hürriyet, esaret, kavga, mücadele, zulüm vb.sözcüklere yer vermesi edebiyat tarihçelerinin üzerinde durdukları yönüdür. Bu kavramlar bir bakıma onun şiirinin temeli sayılır.

B. Romanlar : Namık Kemal’in ilk romanı “İntibah” 1876 tarihini taşır. İntibah, roman sanatının ana kuralları göz önünde tutularak yazılmıştır. Kahramanların duygusal davranışlarının çok ağır bastığı görülen İntibah’ta, kişiler olağanüstülük yarışına çıkmış gibidirler. Çoğu araştırmacılar Namık Kemal’i romantizm akımının etkisi altında görürler. Öteki romanı, iki cilt tasarladığı Cezmi’dir. III.Murat zamanında geçen tarihsel bir romandır. Gerçekleşmesini istediği “İslam Birliği” ülküsünü işlemeye çalışır.

C. Tiyatrolar : Gelibolu’dan İstanbul’a döndüğünde Osmanlı tiyatrosu’nu geliştirmek amacıyla oluşturulan kurulda görev aldı. Böylece tiyatro ile daha yakından ilişki kurma olanağı buldu. Çok geçmeden yazılarında ileri sürdüğü düşüncelere bağlı kalarak “Vatan yahut Silistre” oyununu yazdı; sahneye konmasını sağladı. Daha sonra da Gülnihal, Akif Bey, Zavallı Çocuk, Celaleddin Harzemşah ve Kara Bela oyunları ile sahne edebiyatımızın öncüleri arasına katıldı.

D. Yazıları : Dönemin en verimli kalemlerinden biri olan Namık Kemal’in yayımladığı yazıların sayıları 500’den fazladır. Bunlar özellikle, 1863-1873 yılları arasında Tasvir-i Efkar, Muhbir, Hürriyet, Basiret, İbret, Hadika, İttahat, Sadakat, Diyojen ve Vakit gazetelerinde çıkmıştır. Yazılarını şöyle sınıflandırmak mümkündür.

1. Siyasal Yazılar : Avrupa’nın siyasal sorunları ve Osmanlı İmparatorluğu dış politikasını konu alanlar. Osmanlı İmparatorluğunun iç sorunlarını tartışan yazılar.

2. Toplumsal Sorunları Konu Alan Yazılar : Birey ve toplumsal sorunlar Ekonomik sorunlar, hukuk ve yönetim Şehir sorunları.

3. Edebiyat, Dil, Sanat ve Genel Kültür Sorunlarını Konu Alan Yazılar.

E. Eleştirmeleri : Namık Kemal’in eleştiri yazıları üç türde toplanabilir.

1. Edebiyatın genel sorunları üzerindeki yazıları (Mukaddeme-i Celal, İntibah, Bahar-ı Daniş)

2. Dönemin edebiyat yaşamındaki yapıtlarla ilgili eleştirmeleri (Tahrib-ı Harabat, Takip, İrfan Paşa’ya Mektup, Mes Prions Muahezesi)

3. Mektupları Özellikle Abdülhak Hamit’e mektupları edebiyatın değişik sorunları üzerinde yazılmış makaleler niteliğindedir.

SONUÇ :
A. KİTABIN ANA FİKRİ :

Namık Kemal’in sanatçı kişiliğinin nasıl oluştuğu, kimlerden etkilendiği ve yaşadığı olayların kendisini neleri yazmaya yönelttiği anlatılmaktadır.

B. KİTABIN GETİRDİĞİ YENİLİKLER :

Değişik kaynaklardan Namık Kemal ile ilgili yazılar, şiirler ve eleştiriler alınarak kendi kişiliği hakkında bilgi verilmesidir.

C. KİTAP HAKKINDA GENEL DEĞERLENDİRME VE TEKLİFLER :
Birçok kaynak kullanılarak hazırlanan kitap Namık Kemal okurları için sanatçı kişiliğini anlatması yönünden oldukça güzel bir eser.

Gulyabani - Hüseyin Rahmi Gürpınar

1. KİTABIN KONUSU :
Yazar cin,peri ve gulyabani gibi boş inancların nasıl kötüye kullanılarak saf ve namuslu insanların kandırıldığını anlatmıştır.

2. KİTABIN ÖZETİ :
Hoppaca bir kız olan Munise çok güzel bir kızdır. Annesi ve babası o daha gençken ölür.Komşuları Munise’yi geyindirip,geçindirir ve çehiz vererek onu birisiyle evlendirirler. Fakat Munise kocasıyla pek anlaşamaz ve bir gün kocası evde yokken kaçar. Daha sonra ana dostu olan Ayşe Hanım adlı bir kadın onu bulur ve ona onun hizmetçilik yapabileceği iyi ve namuslu bir yere götüreceğini söyler. Ama Ayşe Hanımın Munise’ye bir tafsiyesi vardır. O da şudur ki; Eğer oradakalıp iyi para kazanmak ve daha sonra kendine iyi yuva kurmak istiyorsa orada olup bitenleri kimseye söylemeyecek ve bunlara tepki vermeyecekti. Munise bu fikre evet der.Ayşe Hanım Munise’yi bir dağın tepesindeki köşke götürür. Burada onları Çeşmifelek Kalfa ve Ruşen adlı iki hizmetçi karşılar. Daha sonra Ayşe Hanım Munise’yi burada bırakıp gider.

Munise bu köşkün garipliklerine şaşıp kalır. Çünki gelirken onları buraya getiren arabacını konuştuğu cin,per ve gulyabani muhabbetine inanamayan Munise, bunlara inanmaya başlar. Munise Ayşe Hanımın onu buraya büyük bir bahşiş karşılığında getirdiğini bu zaman anlar ve kafasına vurur. Gitmeye çalışır fakat ona buraya gelen insanların bir daha geri dönemeyeceğini söylerler. Munisenni getirildiği köşkün her tarafında her gece cinler,periler dolaşır.Bunlardan en korkuncu ise Gulyabani’dir. Cinler ve Periler her gece bu köşkün etrafına gelip odalara girerek abuk subuk sesler çıkarır ve Muniseye saldırırlar. Muniseyse ona verilen tafsiyeler göre hareket ederek sesini çıkarmaz bu da benim kaderimdir der. Bir gün gece bir erkek peri Munise Hanımın odasına gelir. Munise bu durum karşısında şaşkın kalmıştır. Bu erkek perinin adı Hasan’mış.

Hasan çok güzel yüzlü peridir. Hasan kendisinin peri olmadığını ve onu bu köşkten kurtarmak istediğini söyler. Fakat Munise bu olaylarla sürekli karşılaştığından onun sözüne inanmaz. Hasan ise ona aşık olduğunu ve onu sevdiğini, onun için her şey yapabieceğini söyler. Daha sonra Hasan’ın insan olduğu ve Şehirden bu köye geldiği anlaşılır. Hasan sonunda bu cin,peri saçmalıklarının bir iç yüzünün olduğunu anlar ve bunu ortaya çıkarır. Demek ki, cin,per, ve gulyabani muhabbeti saçmalıktan ibaretmiş. Bunların hepsi cin,peri ve gulyabani kılığına girmiş birer insanlarmış.Bu insanlar cahil köy halkını kandırır ve namussuzca işler yaparlarmış. Hasan onların hepsini yakalar ve halkın önünde hepsini tanıtarak cezalandırır. Sonra Munise Hasan’la evlenir, köşkte hizmetçilik yapan Çeşmifelek Kalfa ve Ruşen’e de birer kaca bulurlar. Onlar da mutlulukla hayatını devam ettirir. Köşkün sahibi, Hanımefendi de Munise ve Hasan’la birlikte bir müddet yaşar ve sonra hayatını değiştirerek bütün malını ve mülkünü onlara bırakır. Hasan’la Munise hayatlarına mutlulukla devam ederler.

3. KİTABIN ANA FİKRİ:

Cahil olmamak,batil düşüncelerden kaçınmak,bilimsel düşünceye önem vermek gerekir, aksi durumda istenilen yöne çevrilebilirsin.

4.KİTAPTAKİ OLAYLAR VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Kitapta sık geçen isimler şunlardır; Munise, Ayşe Hanım, Çeşmifelek Kalfa ve Ruşen. Munise eserin baş kahramanı ve ve olayların odak noktasıdır. Ayşe Hanım Munise Hanımın annesinin eski dostudur. Hasan ise Munise’nin sevgilisidir. Çeşmifelek ve Ruşen ise köşkün sahibinin hizmetçileridir. www.kalemguzeli.net

5. KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER:

Eserde masalcı yanın çok olması kitabı zevkli hale getirmiştir. İnsanlarınher zaman bilimsel düşünceye yer vermesi gerektiğini savunması bakımından,her söylenene inanmamak gerektiğini vurgulaması bakımından gençlerin okumasını tavsiye ederim.

6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:

Eserin yazarı Hüseyin Rahmi Gürpınar’dır.17 Ağustos 1864’te İstanbu’un Ayaspaşa semtinde doğdu ve 8 Mart 1944’te yaşama gözlerini yumdu. Eserlerinde gerçekçiliği ve doğalcılığı savunan yazar, dil estetiğine önem vermez. En başarılı türü romanlarıdır. Romanlarından bazıları şunlardır; Şık, İffet, Can Pazarı, Namuslu Kokotlar ve Gulyabani’dir.

Karagöz ile Hacivat

Orhan Gazi babası Osman Bey’in anısına o dönem ki başkent Bursa’da büyük bir camii yaptırmaya karar vermiş. Emrindeki bütün mimarları çağırmış huzuruna. “Babam Osman Gazi’nin anısına güzel olduğu kadar görkemli bir camii yapılmasını istiyorum. En güzel projelerinizi yapın getirin bana.” demiş onlara. Kısa bir süre sonra bütün mimarlar en güzel projeleriyle Orhan Gazi’nin huzuruna gelirler. Bütün projeleri tek tek inceleyen Orhan Gazi içlerinden en beğendiğinin sahibi mimarı çağırtmış ve ona kusursuz bir işçilik istediğini söylemiş; “Yörenin en iyi ustaların bulacaksın ve en kaliteli malzemeleri kullanacaksın, hiçbir masraftan da kaçınmayacaksın” diye de belirtmiş. Mimarbaşı birkaç gün içerisinde ülkenin dört bir tarafından en iyi ustaları toplamayı, en kaliteli ve güzel malzemelerin getirtilmesini sağlamış ve sultanın huzuruna çıkmış. Mimarbaşı; “Padişahım” demiş, “Yörenin en iyi duvar, demir, ahşap ustalarıyla en becerikli hat sanatçıları ve nakkaşlarını topladım. İnşatta kullanılacak bütün malzemeler kılı kırk yararak seçildi.

Biz hazırız, emir verirsen hemen başlamak isteriz bu kutlu işe” Mimarbaşı’nın anlattıklarından son derece memnun görünen Orhan Gazi, ” Mimarbaşı beni çok iyi dinle” demiş. “Söylediklerin güzel, hemen başlayabilirsiniz camiyi inşa etmeye ama aç kulaklarını dinle şimdi. Bil ki bu camii benim için çok önemli. Bu yüzden ,her kim ki inşaatın yavaşlamasına veya işlerin aksamasına sebep olursa o an kellesini vurdururum. Şimdi çıkın gidin başlayın camiyi yapmaya.”

İnşaat hemen başlamış tabii ki. Mimarbaşı Kambur Bali Çelebi’yi (Karagöz) demirci ustası, Halil Hacı İvaz’ı da (Hacıvat) duvar ustası olarak görevlendirmiş.

Bu iki ustayı da işlerini her ne pahasına olursa olsun aksatmamaları için de sıkı sıkı tembihlemiş. Karagöz, mektep okumamış ama inşaatlarda ustaların yanında çalışa çalışa iyice ustalaşmış artık işinin en iyisi olarak anılmaya başlamış cevahir birisiymiş. Tez canlılığı ve hazırcevaplığı yüzünden sürekli başını belaya sokan Karagöz, bu belalardan kıvrak zekasının marifetiyle kurtulmaya çalışırmış. Bu belalar artık onun içinden çıkamayacağı bir hal alınca da yardımına en yakın dostu Hacıvat koşarmış. Hacıvat ise bu yakın dostunun aksine, medrese de eğitim görmüş, her konuda bilgisi olan görgülü ve bilgili birisiymiş.

Karagöz’le hemen her konuda sürtüşse de yine de en iyi dostuymuş Karagöz onun.Sultan’ın babası için yaptırdığı inşaat çalışmaları tüm hızıyla sürüyormuş. İşçiler, ustalar, mimarbaşı camiyi sultanlarının istediği şekilde ve zamanda hazır etmek için var güçleriyle çalışıyorlarmış. Mimarbaşı ve ustalar, didişmeleri bütün ülke tarafından bilinen Hacıvat ve Karagöz’ü de birbirlerinden ayrı tutmak için de uğraşıyorlarmış bir yandan. Bu duruma en çok kızanların başında da hiç şüphesiz can dostu Hacıvat’la didişemeyen Karagöz geliyormuş. Gözünü kestirdiği Hacıvat’a mimarbaşı’nın yanında sokulamayan Karagöz, mimarbaşı’nın malzeme almak için şehre gitmesini fırsat bilmiş ve yanına sokulmuş Hacıvat’ın. Hacıvat can dostunu yanında görünce sevinmiş ve ona dönmüş demiş ki;

- Şuh levendim, şuh pesendim hoş geldin
- Şule levendim, turp dikenim hoş geldin diye karşılık vermiş Karagöz.

Hacıvat Karagöz’ün huyunu bildiği için kızmamış ve yine güleç yüzüyle konuşmuş;

- Şuh levendim, şuh pesendim hoş geldin
- Kehlelendim, sirkelendim, boş geldim.
- Samur kaşlı, ok kirpikli hoş geldin
- Salak kaşlı, bok kirpikli boş geldim
- Yusuf-ı Beytül Hazenim hoş geldin
- Yasef’im, bitli avramım boş geldim
- Ahu gözlüm, inci dişlim hoş geldin
- Ayı gözlüm, kazma dişlim hoş geldin

Hacıvat ile Karagöz böyle birbirleriyle atışırlarken bütün diğer işçiler de başlarında toplanmış onların bu keyifli ve eğlenceli didişmelerini izleyip eğleniyorlarmış.İnşaattaki bütün işçi ve ustaların en büyük eğlencesi haline gelmişler zamanla. Artık ne zaman mimarbaşı inşaattan ayrılsa Hacıvat ve Karagöz birbirleriyle atışmaya başlar hale gelmişler.

Diğer bütün çalışanlar da etraflarında toplanıp onları izlermiş. Onlar atıştıkça izleyiciler kendilerinden geçer ve bütün yorgunluklarını unuturlarmış. Günlerden bir gün Padişah babası için yaptırdığı caminin inşaatını kontrole gelmiş.Fakat inşaatın istediği hızda gitmediğini görünce keyfi kaçmış ve hemen mimarbaşını çağırtmış.

Mimarbaşı, padişahın caminin inşaatı konusundaki hassasiyetini bildiği için de korkmuş.

Padişaha demiş ki ” Sultanım nedendir bilmem ama ben malzeme almak, veya başka bir iş için inşaattan her ayrıldığımda işler yavaşlıyor. Bunun sebebini en yakın zamanda öğrenip gereken tedbirleri alacağım.

” Orhan Gazi sinirlenmiş ama yine de sorunun sebebini öğrenip, çözmesi için mimarbaşının istediği süreyi vermiş ona. Mimarbaşı bir gün yine “ben malzeme almaya gidiyorum” deyip inşaattan ayrılmış ama hemen yakında bir tümseğin ardına gizlenip işçileri izlemeye başlamış. Bir de bakmış ki kendisinin ayrılmasını fırsat bilen Hacıvat ve Karagöz atışmaya başlamışlar ve bütün çalışanlar da onların bu atışmalarını izlemek için etraflarında toplanmış. Mimarbaşı hemen soluğu Orhan Gazi’nin sarayında almış ve padişahın huzuruna çıkmış.

Padişaha olup bitenleri ve inşaatın yavaşlamasının sebeplerini anlatmış. Bunu duyan Orhan Gazi çok sinirlenmiş ve derhal bu iki işçinin asılmasını emretmiş.”Onlar asılsın ki bu diğer bütün işçilere ders olsun” demiş. Padişahın emri derhal yerine getirilmiş ve Hacıvat ve Karagöz çalıştıkları inşaattan apar topar alınarak asılmışlar hemencecik. Padişahın bu kararı inşaatta olduğu kadar bütün şehirde de büyük bir üzüntüyle karşılanmış. İnsanlar merhametli, şefkatli, halkı ve ulemayı seven padişahlarının böyle bir şey yapmasına çok üzülmüş ve her taraftan bu hoşnutsuzluklarını hissettirmişler padişaha.

Orhan Gazi de kısa bir süre sonra hatasını anlayıp vicdan azabı duymaya ve yaptığı bu yanlışa üzülmeye başlamış.

Padişahın bu üzüntüsünü gören Şeyh Kuşteri adındaki uleması sultanının üzüntüsünü hafifletmek için kendince bir yol bulmuş o anda. Başındaki beyaz sarığını çözen Şeyh Kuşteri sarığını açarak mum ışığının önünde germiş. Ayağından çıkardığı çarıklarını da kukla gibi kullanarak sarığın arkasında Hacıvat ve Karagöz’ün atışmalarını taklit etmeye başlamış:

Hacıvat: Hasretinle beni koyup gidenin, hoş geldin.
Karagöz: Hasta iken turşu suyu içenim, boş geldin
Hacıvat: Gel Kargöz, gidelim Göksu’ya yiyelim dolma.
Karagöz: Sümüklü burnumu ye de, namerde muhtaç olma..

4.5 5 2
YORUM YAP ve PUANLA